Dijital fotograf teknolojisinin gelismesi ve yayginlasmasi -Aykan Ozener
Dijital fotograf teknolojisinin gelişmesi ve yaygınlaşmasının fotoğraf bilgisi , bilinci ve kültürüne etkileri nelerdir?
Böyle bir başlığın ele alınabilmesi için öncelikle fotoğraf sanatının yaratıcılık kavramıyla ilişkisinin incelenmesi gerektiğine inanıyorum.
Avrupalı fotoğraf sanatçıları; sanatın ne olduğunun, ne olması gerektiğinin üzerine düşünceler üretmiş ve kendilerini, sanatın gelişmesine olanak tanıyacak tartışma ortamının tam ortasında bulmuştur. Bu tartışmaların içinde yer alan söz konusu kuşak için “Rönesans ve Reform hareketlerinin çocuklarıdır” tabirini de kullanabiliriz. Bu perspektifle bakışlarımızı Türkiye’ye çevirdiğimizde durumun ne kadar kaotik olduğunu görürüz. İşte böyle bir durumda , “Türk Fotoğrafında Yaratıcılık” konusuna değinebilmek için Türk fotoğraf tarihine bakmamız gerekiyor. Sanatın tarihi boyunca hemen hiç tartışılmadığı böyle bir ortamda yaratıcılıktan da bahsetmek o kadar zorluk oluşturmaktadır. Fotoğraf tarihiyle ilgili ...kitaplarda, genellikle, fotoğrafik tarihimizin Cumhuriyet Dönemi’yle beraber başlatıldığını görürüz. Birkaç kitapta da Osmanlı’da fotoğraftan bahsedildiğini biliyoruz. Ancak bu dönemde, fotoğrafın saray etrafına odaklandığını ve stüdyoların daha çok azınlıklar tarafından açıldığını anlıyoruz. Cumhuriyet Dönemi fotoğrafında ise, ilk yıllarda devrimlerin yayılmasına hizmet eden bir fotoğraf anlayışı var. Türk Fotoğraf Sanatının 1950’li yıllarla birlikte hareketlendiğini söylemek yanlış olmasa gerek. Ancak bu yıllardan günümüze, Türk fotoğrafının, kendisine yeterince-beslenecek-kaynak bulamadığını görüyoruz(yazılı fotoğraf kaynağı, görsel kaynak vb.).Bunun yanında ancak birkaç derginin varlığından söz edebiliriz. Ardından bugüne değin devam eden bir dernek fotoğraf kültüründen söz edebiliriz. 1970’li yılların sonundan itibaren başlayan fotoğraf okullarını da sayarsak, fotoğrafımızın bugün hala neden kimliğini bulamadığını da kolaylıkla anlarız. Tüm bu eğitim ortamında genç fotoğrafçılar kendilerine beslenecek ortam bulamadıklarından; alışkın oldukları görselliklere yöneldiler. Bu da beraberinde kimliğini bulamamış, birbirinin taklidi fotoğrafların üretilmesini getirdi. Kısacası geleneksel çerçeve içine sıkışmış geleneksel bir Türk fotoğrafından söz edebiliriz.
İşte böyle bir girişten sonra günümüzde yaşananlara bakacak olursak(yani dijital teknolojinin getirdikleri konusuna) aslında yukarıda bahsedilen altyapı eksikliğinin sıkıntılarının aynen devam ettiğini görürüz. Ancak teknolojinin; yani internet ve bunun fotoğraf dünyamıza katkılarının, internet ortamında hızla yayılan fotoğraf sitelerinin ve bu sitelerin oldukça genç sayılabilecek insan profiline sahip olmalarının; giderek gelişip büyümesinin yepyeni fotoğraf tarzlarının oluşmasına yol açacağı konusunu da göz ardı etmemiz gerektiğini düşünüyorum. İnternet ortamında çok süratli bir şekilde kendisini teknik ve biçimsel anlamda eğitme fırsatına sahip bu kitlenin ülkemizde nasıl bir yapılanmaya gideceği henüz belirsizliğini korumakla birlikte, fotoğrafın evrensel dilini yakalama gibi bir şansa sahip olduğunu da görmek beni oldukça umutlandırıyor. Çünkü sanat evrensel bir kavramdır. Ancak burada da yerel motifleri atlamaktan söz etmediğimi belirtmeliyim. İnternetin beraberinde küreselleşmeyi getirdiğini de görmemiz gerekiyor. Bu bence yukarıdaki soru açısından baktığımızda beraberinde olumsuz bir yapılanmayı da getirir. Yani dünya kültürel mozaiğinin giderek dağılıp tekdüze bir yola girdiğini de görmekteyiz.
Dijital kültürün beraberinde sanat ve etik konusunda bir takım sıkıntılar getirdiğini de söylemeliyim. Sayısal görüntünün en büyük sorunlarından birisi gerçeğin kolaylıkla değişebilir bir meta haline gelebilmesidir.
Olumlu bir yönden bakacağımız en önemli unsur ise internetin özellikle görsel ve yazılı kaynak sunabilme özelliğidir. Geçmişte beslenme konusunda oldukça sıkıntı yaşayan Türk fotoğrafına yeni görsel katkılarda bulunacağı yadsınamaz bir gerçektir.
Sonuç olarak dijital ortam beraberinde olumlu ve olumsuz birçok yenilik getirmiştir. Geçmişimize baktığımız zaman teknolojik gelişmenin insanın doğasında vazgeçilmez bir unsur olduğunu görürüz. Bu gelişmenin önüne geçemeyeceğimize göre etik açıdan neler yapabileceğimizi sorgulamalıyız diye düşünüyorum. Fotoğraf sanatı açısından baktığımızda zaten teknolojiyle iç içe bir sanat olduğunu kabul etmeliyiz. Son zamanlarda dijital sistemde yaşanan hızlı gelişmenin beraberinde fotoğrafla ilgilenen sayısında bir artış yarattığı doğrudur. Ancak bunun görüntü oburları yaratmaktan çok öte bir şeyler yapmadığını da görmeliyiz. Çünkü fotoğrafta diğer görsel sanatlar gibi teknik+öz+biçim üçlüsüyle yani temel sanat kavramlarıyla yapılabilen bir şeydir. Fotoğrafın büyük bir kitle tarafından yapılmak istenmesinin temel sebeplerinden birisi anı dondurmanın müthiş büyüsü ve liberal ekonomiyle birlikte gelişen pazar ekonomisinin körüklemesidir. Büyü beraberinde büyük bir kapitali de sürüklemektedir. Tüm bunları ayırıp konuya sanat açısından baktığımızda ise yine analog sistemde olduğu gibi değişen bir şeyin olmadığını görürüz. Değişim sadece film yerine sensör, gümüş kristalcikler(gren) yerine ise pikseller gelmesiyle yaşandı. Fotoğraf makineleri aynı prensiple çalışmaya devam etmektedir.(netleme,pozlama ve karanlık kutuda ışığı engelleme) Oysa sanatın temel kavramlarında değişen hiç bir şey yok. Bu bağlamda açılan siteler fotoğrafın teknik açıdan kavranabilmesine katkıda bulunabilir. Belki biçimsel kavramları da öğretebilir. Ancak öz kültürel birikimimizle yapılabilecek bir şeydir. Görme biçimlerimizi etkileyebilecek önemli kaynaklara ulaşabilmek açısından da dijital ortamlar yadsınamaz bir işleve sahiptir. Fakat görmenin kültürel birikimle olanaklı olduğunu unutmamalıyız. Fotoğrafın çekilmediğini, yapıldığını düşünenlerdenim. İçeriği düşünülmemiş, sadece estetik değerlerinden dolayı çekilmiş fotoğraflar bizi günlük güzellik avcısı olmaktan öteye geçirmez. Görme kültürü sözünü aslında hissetme kültürü olarak ta adlandırmak yanlış olmaz. Görebilmek farkında olmayı beraberinde getirir. Farkında olabilmek için yaşama dair ilgili olmak gerekir. İlgili olan kimse kendisini birçok kaynaktan beslemesi gerektiğini bilir. Platon’un meşhur mağara teoreminde olduğu gibi gerçekleri görebilmek için yansımalara değil de bize gerçeği gösteren ışığa yüzümüzü dönmemizi sağlar farkında olmak. Kısacası bilinçlenmek beraberinde algılamayı da getirir. Algılamayla ilgili fotoğraf dersi verdiğim sınıflardan birisinde başıma gelen ve hala unutamadığım bir anımdan bahsetmek isterim; fotoğraf okuma yaptığım günlerden birisinde karşıma çıkan bir fotoğrafta otuza yakın öğrencim Hitler’i tanımadığı için fotoğrafı okuyamamıştık. Ardından gelen başka bir fotoğrafta Yahudi soykırımının yapıldığı bir dönemde kamp sakinlerini gösteren fotoğraftaki çizgili pijamalı ve inanılmaz zayıflıktaki insanları aynı sınıf, inşaat işçileri Pazar tatilinde diye algılamışlardı. Bunun şaşkınlığını atamadan gelen üçüncü fotoğrafta ise Kenan Evren’i ( Bu fotoğrafta 12 Eylül ‘e gönderme yapılıyordu) sınıfta bir kişi tanımış o da “ağabeylerimiz, ablalarımız kavga ediyormuş, onları ayıran adam” diyerek fotoğraf okuma dersini daha fazla sürdüremeyecek duruma sokmuştu beni. Örneklerde de görüldüğü gibi kültürel alt yapısını oluşturamayan bireylerin görme becerisinin de olamayacağı kesindir.
Öte yandan kompakt makinelerin, cep telefonlarının herkesin elinde olması sonucunda ise alışık olmadığımız yepyeni görselliklerin de bizleri beklediğini, gerçeğin tespit edilmesinde, sanatsal görüş açılarının dışında bize daha belgesel daha samimi görüntüleri de beraberinde sunacağını unutmamalıyız.
Aykan Özener
Fotoğrafçı-Akademisyen
Böyle bir başlığın ele alınabilmesi için öncelikle fotoğraf sanatının yaratıcılık kavramıyla ilişkisinin incelenmesi gerektiğine inanıyorum.
Avrupalı fotoğraf sanatçıları; sanatın ne olduğunun, ne olması gerektiğinin üzerine düşünceler üretmiş ve kendilerini, sanatın gelişmesine olanak tanıyacak tartışma ortamının tam ortasında bulmuştur. Bu tartışmaların içinde yer alan söz konusu kuşak için “Rönesans ve Reform hareketlerinin çocuklarıdır” tabirini de kullanabiliriz. Bu perspektifle bakışlarımızı Türkiye’ye çevirdiğimizde durumun ne kadar kaotik olduğunu görürüz. İşte böyle bir durumda , “Türk Fotoğrafında Yaratıcılık” konusuna değinebilmek için Türk fotoğraf tarihine bakmamız gerekiyor. Sanatın tarihi boyunca hemen hiç tartışılmadığı böyle bir ortamda yaratıcılıktan da bahsetmek o kadar zorluk oluşturmaktadır. Fotoğraf tarihiyle ilgili ...kitaplarda, genellikle, fotoğrafik tarihimizin Cumhuriyet Dönemi’yle beraber başlatıldığını görürüz. Birkaç kitapta da Osmanlı’da fotoğraftan bahsedildiğini biliyoruz. Ancak bu dönemde, fotoğrafın saray etrafına odaklandığını ve stüdyoların daha çok azınlıklar tarafından açıldığını anlıyoruz. Cumhuriyet Dönemi fotoğrafında ise, ilk yıllarda devrimlerin yayılmasına hizmet eden bir fotoğraf anlayışı var. Türk Fotoğraf Sanatının 1950’li yıllarla birlikte hareketlendiğini söylemek yanlış olmasa gerek. Ancak bu yıllardan günümüze, Türk fotoğrafının, kendisine yeterince-beslenecek-kaynak bulamadığını görüyoruz(yazılı fotoğraf kaynağı, görsel kaynak vb.).Bunun yanında ancak birkaç derginin varlığından söz edebiliriz. Ardından bugüne değin devam eden bir dernek fotoğraf kültüründen söz edebiliriz. 1970’li yılların sonundan itibaren başlayan fotoğraf okullarını da sayarsak, fotoğrafımızın bugün hala neden kimliğini bulamadığını da kolaylıkla anlarız. Tüm bu eğitim ortamında genç fotoğrafçılar kendilerine beslenecek ortam bulamadıklarından; alışkın oldukları görselliklere yöneldiler. Bu da beraberinde kimliğini bulamamış, birbirinin taklidi fotoğrafların üretilmesini getirdi. Kısacası geleneksel çerçeve içine sıkışmış geleneksel bir Türk fotoğrafından söz edebiliriz.
İşte böyle bir girişten sonra günümüzde yaşananlara bakacak olursak(yani dijital teknolojinin getirdikleri konusuna) aslında yukarıda bahsedilen altyapı eksikliğinin sıkıntılarının aynen devam ettiğini görürüz. Ancak teknolojinin; yani internet ve bunun fotoğraf dünyamıza katkılarının, internet ortamında hızla yayılan fotoğraf sitelerinin ve bu sitelerin oldukça genç sayılabilecek insan profiline sahip olmalarının; giderek gelişip büyümesinin yepyeni fotoğraf tarzlarının oluşmasına yol açacağı konusunu da göz ardı etmemiz gerektiğini düşünüyorum. İnternet ortamında çok süratli bir şekilde kendisini teknik ve biçimsel anlamda eğitme fırsatına sahip bu kitlenin ülkemizde nasıl bir yapılanmaya gideceği henüz belirsizliğini korumakla birlikte, fotoğrafın evrensel dilini yakalama gibi bir şansa sahip olduğunu da görmek beni oldukça umutlandırıyor. Çünkü sanat evrensel bir kavramdır. Ancak burada da yerel motifleri atlamaktan söz etmediğimi belirtmeliyim. İnternetin beraberinde küreselleşmeyi getirdiğini de görmemiz gerekiyor. Bu bence yukarıdaki soru açısından baktığımızda beraberinde olumsuz bir yapılanmayı da getirir. Yani dünya kültürel mozaiğinin giderek dağılıp tekdüze bir yola girdiğini de görmekteyiz.
Dijital kültürün beraberinde sanat ve etik konusunda bir takım sıkıntılar getirdiğini de söylemeliyim. Sayısal görüntünün en büyük sorunlarından birisi gerçeğin kolaylıkla değişebilir bir meta haline gelebilmesidir.
Olumlu bir yönden bakacağımız en önemli unsur ise internetin özellikle görsel ve yazılı kaynak sunabilme özelliğidir. Geçmişte beslenme konusunda oldukça sıkıntı yaşayan Türk fotoğrafına yeni görsel katkılarda bulunacağı yadsınamaz bir gerçektir.
Sonuç olarak dijital ortam beraberinde olumlu ve olumsuz birçok yenilik getirmiştir. Geçmişimize baktığımız zaman teknolojik gelişmenin insanın doğasında vazgeçilmez bir unsur olduğunu görürüz. Bu gelişmenin önüne geçemeyeceğimize göre etik açıdan neler yapabileceğimizi sorgulamalıyız diye düşünüyorum. Fotoğraf sanatı açısından baktığımızda zaten teknolojiyle iç içe bir sanat olduğunu kabul etmeliyiz. Son zamanlarda dijital sistemde yaşanan hızlı gelişmenin beraberinde fotoğrafla ilgilenen sayısında bir artış yarattığı doğrudur. Ancak bunun görüntü oburları yaratmaktan çok öte bir şeyler yapmadığını da görmeliyiz. Çünkü fotoğrafta diğer görsel sanatlar gibi teknik+öz+biçim üçlüsüyle yani temel sanat kavramlarıyla yapılabilen bir şeydir. Fotoğrafın büyük bir kitle tarafından yapılmak istenmesinin temel sebeplerinden birisi anı dondurmanın müthiş büyüsü ve liberal ekonomiyle birlikte gelişen pazar ekonomisinin körüklemesidir. Büyü beraberinde büyük bir kapitali de sürüklemektedir. Tüm bunları ayırıp konuya sanat açısından baktığımızda ise yine analog sistemde olduğu gibi değişen bir şeyin olmadığını görürüz. Değişim sadece film yerine sensör, gümüş kristalcikler(gren) yerine ise pikseller gelmesiyle yaşandı. Fotoğraf makineleri aynı prensiple çalışmaya devam etmektedir.(netleme,pozlama ve karanlık kutuda ışığı engelleme) Oysa sanatın temel kavramlarında değişen hiç bir şey yok. Bu bağlamda açılan siteler fotoğrafın teknik açıdan kavranabilmesine katkıda bulunabilir. Belki biçimsel kavramları da öğretebilir. Ancak öz kültürel birikimimizle yapılabilecek bir şeydir. Görme biçimlerimizi etkileyebilecek önemli kaynaklara ulaşabilmek açısından da dijital ortamlar yadsınamaz bir işleve sahiptir. Fakat görmenin kültürel birikimle olanaklı olduğunu unutmamalıyız. Fotoğrafın çekilmediğini, yapıldığını düşünenlerdenim. İçeriği düşünülmemiş, sadece estetik değerlerinden dolayı çekilmiş fotoğraflar bizi günlük güzellik avcısı olmaktan öteye geçirmez. Görme kültürü sözünü aslında hissetme kültürü olarak ta adlandırmak yanlış olmaz. Görebilmek farkında olmayı beraberinde getirir. Farkında olabilmek için yaşama dair ilgili olmak gerekir. İlgili olan kimse kendisini birçok kaynaktan beslemesi gerektiğini bilir. Platon’un meşhur mağara teoreminde olduğu gibi gerçekleri görebilmek için yansımalara değil de bize gerçeği gösteren ışığa yüzümüzü dönmemizi sağlar farkında olmak. Kısacası bilinçlenmek beraberinde algılamayı da getirir. Algılamayla ilgili fotoğraf dersi verdiğim sınıflardan birisinde başıma gelen ve hala unutamadığım bir anımdan bahsetmek isterim; fotoğraf okuma yaptığım günlerden birisinde karşıma çıkan bir fotoğrafta otuza yakın öğrencim Hitler’i tanımadığı için fotoğrafı okuyamamıştık. Ardından gelen başka bir fotoğrafta Yahudi soykırımının yapıldığı bir dönemde kamp sakinlerini gösteren fotoğraftaki çizgili pijamalı ve inanılmaz zayıflıktaki insanları aynı sınıf, inşaat işçileri Pazar tatilinde diye algılamışlardı. Bunun şaşkınlığını atamadan gelen üçüncü fotoğrafta ise Kenan Evren’i ( Bu fotoğrafta 12 Eylül ‘e gönderme yapılıyordu) sınıfta bir kişi tanımış o da “ağabeylerimiz, ablalarımız kavga ediyormuş, onları ayıran adam” diyerek fotoğraf okuma dersini daha fazla sürdüremeyecek duruma sokmuştu beni. Örneklerde de görüldüğü gibi kültürel alt yapısını oluşturamayan bireylerin görme becerisinin de olamayacağı kesindir.
Öte yandan kompakt makinelerin, cep telefonlarının herkesin elinde olması sonucunda ise alışık olmadığımız yepyeni görselliklerin de bizleri beklediğini, gerçeğin tespit edilmesinde, sanatsal görüş açılarının dışında bize daha belgesel daha samimi görüntüleri de beraberinde sunacağını unutmamalıyız.
Aykan Özener
Fotoğrafçı-Akademisyen
www.aykanozener.net
www.aykanozener.deviantart.com
www.aykanozener.blogspot.com
Comment Form under post in blogger/blogspot