KENDİNE AİT BİR FOTOGRAF - Laleper Aytek
KENDİNE AİT BİR FOTOGRAF* (Virginia Woolf’tan esinlenerek)
Yeni başlayanlar için fotoğraf üzerine (gecikmiş) birkaç not:
Ya unutulduğundan ya da üzerinden yıllar geçtikten sonra artık bir başka yerde duruluyor olduğundan yeni başlayanlara dair olmaz çoğunlukla yazılanlar. Hal böyle olunca onlar da herhalde başkalarına ait sonraları, sonradakileri önce’leyerek, atılmış ilk adımların izini bulmaya çalışırlar. Tek tük sohbetlerde dile getirilen, katılınan panel, gösteri vb. etkinlik aralarında akıllara takılıp sorulan sorulardan ya da izlenen sergilerden bilmedikleri zamanları arar/sorar genç fotoğrafçılar. Ve herşeyden önce başlamak önemlidir. İlginin yoğunlaşmaya başladığı ilk zamanlar önemlidir. Tam başlandığında ya da niyetlenildiğinde ...(fotoğraf size göz kırpmaya başladığında- tesadüfen çektiğinizi düşündüğünüz bir iki fotoğrafın başkaları tarafından beğenilmesinden sonraki ilk günlerde-) yol gösterebilecek bir iki satır yazı, birkaç tecrübe ya da bir kişi ne kadar destekleyci, cesaretlendirici ve fotoğrafa yakınlaştırıcıdır.
Sihirli olan şeyin elinizdeki fotoğraf makinesi değil de, kalbinizdeki pırılıtı olduğunu sizden sadece bir süre önce farketmiş birinin sözleri de umarım en azından bir kaç kişi için bile olsa böyle bir cesarete aracı olabilir. Sizlere (ilk önce ve) en çok sormaktan ve yanlış yapmaktan korkmamanızı ve özellikle ilk başladığınızda çevrenizin de pohpohlamasıyla (destek tabii ki önemli, gerekli ve yüreklendirici bir itici güçtür ama fotoğraf gibi herkesin deklanşöre bir kere bastığında –bile- fotoğraf çektiğini sanabileceği bir aracı kullanırken bu konuda daha dikkatli olması gerekir diye düşünürüm) sizi hızla gerileteceği ve kendinizi görmenizi engelleyeceği, erteleyeceği için yaptıklarınızı fazla beğenme tuzağına düşmemenizi önerim. Çünkü unutmayın ki tek (ya da birkaç) fotoğrafla bahar olmaz. Yakınlaşmadan ve yapılan yanlışların(ızın), korkuların(ızın) üzerine cesaretle gitmeden ve derin bir sevgi hatta tutkuyla bağlanmadan yapılan hiçbir işin kalıcı ve sürekli olabileceğin inanmıyorum. Fotoğraf, bu yüksek aşk duygusuyla, bir gün ancak vazgeçmediğinizde gelebilir. Peşinden inatla gittiğinizde, ve belki de tam “olmuyor, çekemiyorum, beceremiyorum” dediğiniz, kendinizi çaresiz, yorgun ve tükenmiş hissettiğiniz anda çektiğiniz son karede gelecektir. Bunu önceleri fark edemeyebilirsiniz ama “kendinizi”, kendinizde olanı bilebilirsiniz ya da zamanla anlayabilir, ayrıştırabilirsiniz. Görüntü sizden ne kadar uzak(ta)dır ve çektikçe, çekmekten vazgeçmedikçe (ve yapılan diğer işleri, dünya fotoğrafını ve tartışmaları da izleyerek) size nasıl ve ne kadar yakınlaşabilecektir hissedebilirsiniz. Buna fotoğrafla gerçek karşılaşma bir anı da diyebiliriz – belki de hiç bitmeyecek bir an, her fotoğrafla kendini yenileyen, her fotoğrafla bir başka hikayeye, bakmaya yönelten ve böyle olduğu için de canlılığını koruyan, kendini geliştiren bir süreç-. Görüntünün birden geliverdiği, sahneden ok gibi fırlayarak size çarptığı bir buluşma, yakınlaşma anı.
İlk başlandığındaki en büyük tehlike bence beğenilmek adına başkalarının çektiği gibi fotoğraflar çekmeye yönelmektir. Kendine ait bir fotoğraf arayışında belki de kaçınılmaz olan bu sürecin kendi fotoğrafınızı bulma sürecinin ilk adımları olması bir dereceye kadar kabul edilebilir ama milyonlarcası dünyanın her köşesinde, her an çekilmekte olan bir gün batımı ya da bir çiçek fotoğrafının yahut kötü, örtüsü olmayan sehpa üzerinde duran siyah parlak tablada içilmeden bırakılmış ve uzun külü düştü düşecek bir sigara fotoğrafının (tercihan siyah-beyaz ve bir açıdan gelen bir dramatik, abartılı ışık eşliğinde ) sizin fotoğrafınız olabilmesi için gereken zaman, fotoğrafa ilk bakıldığında “bu .................’nın fotoğrafı” dedirtecek kadar size ait bir yaklaşımla çekilebildiğindedir ve böyle bir karenin çekilmesi gerçek (uzun) bir zamana gereksinim duyar. Ki bu zaman fotoğrafçı olabilmek için yürünen ve geçilen yollara, sürekli karşı-laşmalara, vazgeçmelere, iz bırakan aşklara, durmalara, beklemelere, nefretlere, sayısız yakınlaşma ve uzaklaşamalara karşılık gelen ömrün kendisidir aslında. Her fotoğrafla (kendindeki) bir ötekinin keşfine doğru yeni bir yolculuğun başlatılabildiği, kendinle karşılaşmanın farklı yollarının keşfedilebileceği ve bunun önemsendiği uzun bir yolculuk. Bu yaşadıkça ve fotoğraf çektikçe sürecek ve çoğalarak hayatınıza sinecek, iz bırakacak yolculukların neresinde olursanız olun eğer elinizde, sizin fotoğrafınızı, kendinizde(n) olanı görüntüleyecek bir fotoğraf makineniz varsa o zaman yalnız değilsinizdir. Gördükleriniz, konuştuklarınız, baktıklarınız, yazdıklarınız, hissettikleriniz ve düşündükleriniz gerçekten içinizdekiler olmaya başlar. Artık içinize ayna tutmaya başlamışınızdır. Suskunluklarınız dillenmeye, unuttuklarınız(ı) hatırla(n)maya, önceden öyle görmedikleriniz bir başka görünüme/görünmeye yüz tutarlar. Ve ama değişen o görüntüler değil, içinizdeki ses, ve duygularınız kısaca sizsinizdir. Çektiğiniz fotoğraflar ancak sizin değişmenizle, sizdeki değişmeler, çeşitlenmeler ve (kendine yönelen iç) yolculuklar kadar ve sonunda varolacak ve oradan çoğalacaktır.
Son söz olarak da şunu söylemek istiyorum: fotoğraf çekerken ve çekerek kendinize tuttuğunuz aynaya ne kadar içinizden ve samimiyetle bakıyorsanız, karşınızdakini de o kadar görebilecek, çektiğiniz fotoğraflar da o kadar kendinizin ve kendinizden olacaktır.
Laleper AYTEK
www.laleperaytek.com
Uyarı:Sitemizde yer alan yazılar yazarlarından izin alınarak yayınlamakatdır
Comment Form under post in blogger/blogspot