Image Hosted by ImageShack.us

ÖZCAN YURDALAN: En güçlü yalanlar fotografla söylenir


ÖZCAN YURDALAN: En güçlü yalanlar fotoğrafla söylenir

Fotoğraf, içinde yaşadığımız dünyanın sınırlarını zorlamanın ve hayata müdahale etmenin en etkili yollarından biri olma işlevini halen sürdürüyor. Fotoğrafçı, fotoğraf yoluyla bir yandan nesnel gerçeklikleri dolaşıma sunarken bir yandan da kendi politik duruşu üzerinden oluşturduğu görsel dil ile değiştirme misyonu yüklenebiliyor. Seyyah ve fotoğrafçı Özcan Yurdalan, fotoğrafın belgesel kullanımına odaklanan, bir taraftan da Fotoğrafın serüvenin felsefi, siyasal arka planlarına açıklık getiren kitabı "Belgesel Fotoğraf ue Fotoröportaj (Agora Kitaplığı) ile meseleye gayet yerinde teşhis ue tespitlerle açıklık getiriyor. Fotoğraf yoluyla yeni ve başka anlama biçimlerine ulaşabilme, alternatif yaratıcılık imkanları üzerine Özcan Yurdalan'la konuştuk.


GÖKHAN GENÇAY - Bir Gün Gazetesi - 17/12/2007

* * *


»Belgesel fotoğraf ve fotoröportaj tanımlarından başlayalım isterseniz; ne anlama geldikleri ve farklılıkları yeterince biliniyor mu bu işle iştigal edenler tarafından?

Çok bilindiğini söyleyemem, aslına bakarsan fotoğrafın belgesel özelliği kendi doğasında varolan bir şey; her fotoğraf sonuç itibarıyla belgedir. Ama bunun bugünkü tanımları içinde belgesel fotoğraf diye tanımlamak için başka temeller ve düşünce biçimleri gerekiyor. En başta belgesel fotoğrafın uygulama yöntemlerinden biri olarak fotoröportajı bir anlama biçimi olarak algılamak gerekiyor. Kuşkusuz fotoğraf bir dil; yazı gibi, söz gibi, resim gibi bir dil. Ama bu dille bir sözü söylemeden önce fotoğrafçının ele aldığı konuyu anlama çabasına girmesi gerekiyor.

»Fotoğraf özünde hangi maksada çekilir? Fotoğraf üzerinden varolan realiteyi manipüle etme olanakları nelerdir?

Fotoğraf yalanın en hakikisini söyler, en güçlü yalanlar fotoğraf aracılığıyla söylenen yalanlardır. Fotoğraf bu yanıyla fotoğrafçının tanıklığıdır, ama daha çok fotoğrafçının tanıklığının kanıtıdır. Hiçbir fotoğraf, özellikle belgesel fotoğraf tarafsız, objektif değildir. Fotoğrafın gösterdiği doğru, fotoğrafçının hayat görüşüyle, estetik birikimiyle, politik duruşuyla birlikte kavradığı gerçekliktir, yani gerçekliğin bir yüzüdür. Böyle olunca da, fotoğraf fotoğrafçının tanımlamak istediği gerçekliğin kanıtıdır diyebiliriz.Fotoğrafçının bunu yapabilmesi için, sadece fotoğrafçı olması yetmez; onun arkasında, zihninde birtakım başka katmanlar gerekir. Bir toplumsal analize ve felsefeye sahip olması gerekir. Böyle olduğu zaman da, söylediği yalanlar minimuma iner ya da salt kendi yalanları olarak kalır.

»Estetik duyarlılıkların fotoğrafçılığın belirleyici öğesi olarak algılanması ne derece doğru?

Son derece önemli tabii ki, fakat fotoğrafçı olmak için önce tekniği bilmek lazım. Fotoğrafçının makineyi nasıl kullanacağını bilmesi gerekir, bu tıpkı kalemle kağıdın tanışması gibidir. Görüntü nasıl oluşur bilgisine derinlemesi sahip olması lazım bir fotoğrafçının.Ondan sonra fotoğrafın estetik temel kurallarına hakim olması geliyor. Bu ikisine sahip ve hakim olduğu zaman, artık bunun içinde bir söz kurabilecek altyapıyı oluşturmuş demektir. Ondan sonra artık söyleyeceği sözleri estetik bir format içinde söylemeye başlar. Türkiye'de fotoğrafçılık sadece tekniğe hakim olmak ve bilinen estetik kurallara uygunluk üzerinden kendini kuruyor. Halbuki, kalemi ve kağıdı bilen, yazı yazmayı da öğrenmiş olanın nasıl bu aletlerle ne söylediği önemliyse fotoğrafçı açısından da aynısı geçerlidir.

Fotoğrafı görsel kültürün en önemli araçlarından biri olarak addettiğimizde teknoendüstriyel gelişmeyi, insanlığın anlatılar yaratması ve iletişim kurması için yararlı bir süreç olarak adlandırabilir miyiz?

Fotoğraf; kapitalizm, pozitivizm ve sosyolojiyle birlikte doğdu ve bu üçüyle birlikte halen varlığımı sürdürüyor. Bu fotoğrafın her yapı tarafından kullanılmasını sağlıyor. Örneğin, fotoğrafı bir propaganda aracı olarak kullananlar Nazilerdi. Bugün bunu başka bir boyutta reklamcılar kullanmaktalar. Reklamlarda kullanılan fotoğrafların esas amacı, yalan söyleyerek tüketim toplumunun çarkını daha güçlü çevirmeye çalışmaktır. Dolayısıyla, bir iletişim modeli olarak fotoğraf, farklı mecralarda toplumları, hatta bireyleri yönlendirmek, kanalize etmek, onların davranış biçimlerini belirlemek için kullanılıyor. Ama bu aracı tam tersine, çarka çomak sokmak için de fotoğrafçılar kullanıyorlar. Tarihte hep bu ikisi birlikte gitmiştir. Mesela, Salgado'nun yaptığı çalışmalar bir yanıyla da bu sistemin tekerine çomak sokmak için yapılmış çalışmaları simgeler. Görsel bir dil olarak fotoğraf, insanların ve toplumların yaşamında önemli bir rol oynuyor. Peki, yeni bir iletişim modeli yaratmakta durağan bir görüntünün payı olabilir mi? Bence olabilir, zaten bu yüzden bir anlama biçimi olarak fotoröportajı önemsiyorum. Artık büyük söylemler önemli oranda parçalanmış durumda, şimdi insanların kişisel sözlerini ve bunun üzerinden hayata dair tavırlarını pratikleştirmeleri gerekiyor. Bunun yolu da, fotoröportaja ve belgesel fotoğrafa yaklaşmaktan geçiyor. Fotoğraf, geniş kitleler tarafından kullanılan bir araç; bu aracı daha derinlemesine, gerçekliğin görülmeyen yüzlerini ortaya çıkarmak için kullandığımızda hem insanlığın, hem de dünyanın dönüşümüne faydalı olacaktır.

»Egemen güçlere, sisteme karşı fotoğrafçılık yoluyla sosyal muhalefet ve toplumsal kazanım elde etmek mümkün mü, böylesi kazanımlar yaratan deneyimlerden örnekler verebilir misiniz?

Tarihte bunun örnekleri var tabii ki. Bizim bugün dillendirmeye çalıştığımız şeyler, tarihteki örneklerin birebir tekrarı değil. Kapitalizmin ilk dönemlerinde ABD'de yapılan çalışmalar da, Vietnam savaşı sırasından fotomuhabirlerinin çektiği fotoğraflar da belirli toplumsal dönüşümlerin gelişmesine vesile oldular. Bir itirazı dile getirdiler ve bir kayıt düştüler tarihe. Bu tabii ki önemliydi, ama günümüzde fotoğrafçılar artık başka türlü çalışmalar da yapıyorlar. Mesela, fotoğrafçıların başını çektiği eviçi şiddet hakkında yapılan çalışmalar mevcut. Ev içi şiddeti konu alarak fotoğraflayan Donna Ferrato gibi fotoğrafçılar, aynı zamanda bu olumsuzluğa karşı bazı örgütlenmeler de yaratıyorlar, ya da varolan bir örgütün içinde yer alıyorlar. Aynı durum, çocuk emeği sömürüsüne karşı da gerçekleştiriliyor. Fotoğrafçılar artık sadece sıradan birer görüntü kaydı tutan insanlar olarak rol almıyorlar toplumsal hayatta. Daha ileri bir davranış biçimi sergiliyorlar ve doğrudan müdahil oluyorlar.

»Verdiğiniz ev içi şiddet örneğinden yola çıkarsak, fotoğrafçı bu konuya nasıl dahil olabilir?

Donna Ferrato, ev içi şiddeti konu alan bir fotoğraf serisi yapmaya başlıyor. O çalışmayı gerçekleştirirken sadece fotoğrafını çekmenin yetersiz olduğuna karar veriyor ve bu tip şiddete karşı mücadele veren "Ev içi şiddet farkındalık projesi" adlı bir örgüt kuruyor. Benzer bir çalışma uyuşturucu bağımlısı gençler için de yapılıyor.

»Buna benzer örnekler Türkiye'de de mevcut mu?

Türkiye'den örnek vermek gerekirse, tam sonuca ulaşmasa bile Marmara depremi sonrasında kurulan fotoğrafçı çocuklar atölyesini verebilirim. Vakfa çevrilen bir çalışmayı gerçekleştirdik orada, ama vakıf, bizim hedeflediğimizden daha geniş bir çerçeveye yöneldiğinden bu çalışma çok da başarılı oldu diyemiyorum. Türkiye'de başarıya ulaşmış demin saydığım tipte tek bir örnek yok maalesef. Ama, bir örgütlenme yaratmadan fotoğraf aracılığıyla gündeme gelmiş problemler var. Bunlardan bir tanesi "Göçerler" çalışması. Fotoğraf, esasında kendi başına hiçbir şeyi değiştiremez, ama bir toplumsal rüzgarı, kamu vicdanını arkasına alabilirse eğer değişime küçük katkılar sunmayı da başarabilmiş olur. Fotoğrafın tek başına bir gücü yoktur, ancak güçlü bir muhalefetle birlikte davranan fotoğrafçı değişimin öznesi olabilir.

»Peki, fotoğrafçı muhalefede birlikte davranırken nesnelliği olduğu gibi yansıtmakla mı yükümlüdür, yoksa gerçekliğe göze çarpıcı birtakım mizansenlerle müdahale ederek ele aldığı konunun altını çizmek benimsenebilir bir taktik olabilir mi?

Fotoğrafın birbirinden farklı uygulama biçimleri var, yani mizansenler yaratarak, sahneler kurarak fotoğraf çekmek de mümkündür. Belli düzenlemeler yaparak fotoğraflar da çekilir, hatta bu tür fotoğraflar da toplumsal muhalefete hizmet edebilir. Ama bizim sözünü ettiğimiz belgesel fotoğraf ya da fotoröportaj tarzında sahne kurulmaz, olaya müdahale edilmez. Varolan her neyse o, en küçük bir noktasına bile dokunmadan fotoğraflanmaya çalışılır. Bunu yaparken, gerçeğin sadece görünen yüzünü değil, biraz da arkasındaki görünmeyen yönlerinde neler olup bittiğini fotoğraflayabilmelidir fotoğrafçı. Bunun koşulu ise fotoğrafçının zihinsel ve duygusal olarak konuya dahil olabilmesinden geçer. Burada da bir problem çıkabilir tabii, konunun çok içinde olduğu zaman görmesi gerekenleri de görmeyebilir. Bu yüzden fotoğrafçı, konuya yakın olmalı, ama aynı zamanda dışına da çıkıp, makro planda olup bitene bakabilmeyi de becerebilmelidir;bu şekilde oradaki nesnel gerçeği kendi algısı çerçevesinde fotoğrafa yansıtabilir.

»Fotoğrafçının taraf olmasının handikapları yok mu? Fotoğrafçının toplumsal bir taraf olarak bakması iyicil niyederle bile olsa izlediği konuyu tahrif etmesine yol açmaz mı?

Böyle bir tehlike mevcut tabii ki. Fotoğrafçı bunu yapmamalı, bu zaten fotoğrafçının kendine karşı dürüstlüğüyle ilgili. Fotoğrafçı daima ele aldığı konuya dair kendine sorular sormalı.Belgesel fotoğrafçıyı bir propaganda fotoğrafçısı olarak düşünmemek lazım, çünkü gerçeğin kendisini fotoğraf haline getirebilmek en güçlü kanıttır.

»Amerikan yerlilerinin fotoğraf çektirmeyi ruhlarının makineye tutsak düşeceği kaygısıyla reddetmeleri sizin de altını çizdiğiniz fotoğraf çekmenin 'saldırgan bir davranış modeli' olmasıyla birebir bağlantısı var mı?

Olabilir, ben de izinsiz fotoğrafımın çekilmesinden hoşlanmam. Fotoğraf çekmek birinden bir şey almaktır, bunu alırken de o insanın onayını almak gerekir. Artık Batı'da bu durum iyice uç boyutlara da vardı, mesela oralarda bir muhabir üç kişiden az bir grubun fotoğrafını çekiyorsa onların onaylarını yazılı olarak almak mecburiyetinde. Bizde biraz daha farklı, bizim illa sözle izin almamıza gerek yok, biz küçük bir bakışla ve işaretleşmeyle de çekeceğimiz insandan izin almasını biliriz.

»Fotoğrafın saldırgan bir davranış modeli olması meselesini biraz açabilir misiniz? Fotoğraf çekmenin saldırganlığı ve özgürlüğü nerelere denk düşüyor?

Fotoğraf çekmenin temel ilkesi, izin verilmemiş bir şeyi almaktır. Bir şeyin fotoğrafı çekildiyse başkalarına da gösterilecektir. Beni izinsiz çeken fotoğrafçı acaba beni nasıl gösterecek? Olmak istediğim ben gibi mi gözüküyorum? Benim istemediğim bir biçimde mi kullanılacak? Fotoğrafı uygunsuz bağlamlarda kullanmak o insanların özlük haklarına saldırıdır. Bu yanıyla fotoğraf etik, hak, hukuk problemlerini de barındırır.

»"Deforme olmuş insan, hep kendini yakışıklı gösteren aynalarda görmek ister" sözüne paralel olarak estetik açıdan fotoğrafta da böylesi bir problem yok mu? Kendisini kötü görünmesini istemeyen bir insanın tepkisi ne derece kaale alınabilir?

Fotoğrafçı birini güzel göstermek zorunda değildir. Ama en azından o fotoğrafta nasıl göründüğüne dair onayını almak zorundadır.

» Belgesel sunumlarda nasıl olmalı, mesela ben bir adamı döverken fotoğrafımın çekilmemesi hakkına sahip miyim?

Hayır, asla değilsin. Dövülen insanın kendini o halde göstermeme hakkı var.

» O zaman mağdurdan, ezilenden yana bir tarif yapmak gerekiyor...

Doğru,öteki türlü olsaydı saldırgan devletlerin zulmünü hiç gösteremezdik.

» Fotoğraf makinesiyle simgeleştirebileceğimiz teknolojik saldırgınlığa karşı dışarıda kalmanın, reddetmenin imkanları mevcut mu?

Hepimiz bir biçimde sistemin olumsuzluklarını sürdürüyoruz, en azından bunun farkında olmak çok önemli. Farkında olmak ve mümkün olduğu kadar azaltma yolları aramak doğru davranıştır bence.



belgesel fotoğraf,mangnum photos,simurg photos,

0 yorum

Make A Comment
top