Birol Üzmez - Mortakya Röportajı
" Fotoğraf çekerken insanların yaşamlarına müdahale etmem. Neyse onu çekerim. Fotoğrafı çektikten sonra bir şey ekleyip çıkarmam, boyamam. Neyi çekmişsem odur. "
Uzun yıllar Zonguldak'ta madenci işçilerinin yaşamlarını "içeriden bir gözle" belgeleyen fotoğraf sanatçısı Birol Üzmez, bu kez İzmir Ege Mahallesi'ndeki Romanlarla 5 ay gibi uzun bir zaman geçirdi. Çalışmanın sonunda, izleyenlere, zamansızlık ve mekansızlık duygusuyla birlikte "bu fotoğraflar yaşıyor" dedirten 'Mortakya-Kahraman Romanlar' fotoğrafları çıktı.
İzmir Fotoğraf Sanatçıları Derneği ve Simurgfotos üyesi Birol Üzmez, bize 'Kahraman Romanları', dayanışma ruhuyla birlikte yaşayan mahalle kültürünü, çalışmanın ardından kalan dostluk ve arkadaşlıkları anlattı. Üzmez ile temel aldığı 'magnum' ve belgesel fotoğrafçılığını, dijital fotoğraf makinelerinin fotoğraf sanatına etkilerini de konuştuk. Fotoğrafçılığa başladığı andan itibaren belgesel çeken Üzmez, "Fotoğraf çekerken insanların yaşamlarına müdahale etmem. Neyse onu çekerim. Fotoğrafı çektikten sonra bir şey ekleyip çıkarmam, boyamam. Neyi çekmişsem odur"..... diyor.
'Mortakya- Kahraman Romanlar' sergisi nasıl oluştu?
Ege Mahallesi'nde Mayıs ayında Hıdrellez Şenlikleri kutlamaları yapılıyor. Geçtiğimiz Mayıs ayında eşim ile birlikte Ege Mahallesi'ndeki Romanların yaşamlarını belgelemeye karar verdik. Bu mahalle, aslında, uzun zamandır fotoğraflamayı düşündüğüm bir yerdi. Çünkü hem mekan hem de yaşam olarak buranın bir an önce belgelenmesi gerektiğine inanıyordum. Ege Mahallesi, 'kentsel dönüşüm' projesi kapsamında. Önümüzdeki günlerde çok hızlı bir değişim geçireceği için çekmeye karar verdik.
Bildiğim kadarıyla uzun bir çalışma oldu. Çalışmaları nasıl yaptınız?
Mayıs ayından altı ay kadar önce mahallede, Ege Roman Dayanışma Derneği kuruldu. Derneğin kurulması bizim çalışmamızı kolaylaştırdı. Derneğin de yardımı ile oradaki insanlara, ne yapmak istediğimizi anlattık. Dernek ve mahalle halkı bize güvendi ve çalışmalara başladık.
Nereleri çekmeye çalıştınız?
Düğün ve sünnet törenlerini, kına gecelerini belgeledik. Çalışma 5 ay sürdü. 5 ay boyunca hemen hemen her hafta sonunu orada geçirdik. Çekim sırasında çok yakın dostluklar kurduk... Bütün hikaye mahallenin içerisinde geçiyordu.
Dostluk ve insanlık kaldı
5 ay gibi uzun bir süre Ege Mahallesinde kaldınız? Bu çalışma ve Romanlar size ne bıraktı? Nasıl bir iz bıraktı?
Dostluk ve insanlık kaldı. Biz, onların yaşamlarına tanık olduk. Ve birbirimize alışmaya başladık, artık tatil günlerinde Alsancak ya da Konak'a gitmek yerine, o mahalleye gitme isteği doğdu içimizde. Çünkü unutmaya yüz tutulan bir mahalle kültürü orada hala geçerdi. İnsanların birbirlerine olan ilişkileri, dayanışmaları ve dostlukları orada hala var. İnsan oraya gittiğinde kendini başka bir dünyada gibi hissediyor. Onların keyifli ve eğlenceli yaşamlarına birebir tanık oluyor, mutlu oluyor.
Eğlence ve keyif duygusunun hakim olduğu bir mahalle ya da kültür mü?
Aslına bakarsanız orada her an her şey olur. Eğlenmeyi çok seviyorlar, günü birlik yaşıyorlar. Sonuna kadar mutlu bir şekilde yaşamak istiyorlar. Müzisyenler var. İyi müzisyenler çıkmış zamanında mahalleden. Faytoncular var mahallenin içinde.
Bu çalışmanın mahalledeki insanlara katkısı ne oldu?
İnsanlar var olduklarını anlamaya başladılar. Fotoğraflarla biraz kabuklarını da kırdılar. İleriye dönük düşüncelerini korkmadan hayata geçirmeye çalışıyorlar. Kendi içlerinde örgütlenmeye başladılar. Dernekler bir araya federasyon çatısı altında bir araya gelecekler.
'Onlar gibi olmak zorundasınız'
Siz daha önce Zonguldak'ta da maden işçilerini çektiniz. Ve fotoğraflarınız bana, içerden bir göz yani madencilerin içinden çekilmiş bir fotoğraf duygusu veriyor. Ege Mahallesi'nde de aynısını görüyoruz. Bu bir avantaj mı getiriyor size?
Öteki türlü, dışarıdan bir gözlemci gibi baktığınızda oradaki hayatı tam olarak yansıtamıyorsunuz. Onlar gibi olmak, onlar gibi bakmak zorundasınız. Yani onların içine girdiğinde kendini nasıl hissedeceksin, nerede duracaksın? Dışarıdan biri gibi baktığında o samimiyeti ve doğallığı yakalayamıyorsun. Tepeden de bakmayacaksınız. Onların hayatlarına müdahale etmeden, onların yaşamlarının bir parçasıymış gibi çekeceksiniz. Biz onların yaşamlarına müdahale etmiyoruz. Onlar da biz yanlarında yokmuşuz gibi davranıyorlar. Nasıl yaşıyorlarsa öyle oluyorlar. Zaten ortada doğal olmayan bir durumu hissettiğimizde çekimi erteliyoruz.
Konulu bir çekim yaptınız… Bunun ön fizilibilitesi nasıl oldu?
Eşim Tülin ile beraber bu çalışmayı yürüttük. Fotoğrafta kendimize yakın bulduğumuz bazı isimler var. Örneğin Ara Güler. Dünyada takip ettiğimiz ve Magnum ekolü dediğimiz bir ekol var. Magnum fotoğraftaki gerçekçiliktir. Romanlar üzerine çalışan dünyadaki en önemli fotoğrafçı Jozsef Koudelka'dır. Koudelka Çek bir fotoğrafçıdır. Çalışmadan önce, onun fotoğraflarını inceledim. Bana öncü oldu. Filmleri seyrettik. Tony Gatlif'in filmleri ve müzikleri bize hep örnek oldu. Bizden önce de sonuçta Romanlar başkaları tarafından çekilmişti. Sen de aynı konuya giriyorsun.
Bu durumda tekrara düşme tehlikesi var.
Evet. Ayrıca yapamama riski de var. 'Ben ne yapacağım' diye çok düşündüm. Timurtaş Önen var. İstanbul'daki Romanları çekmiş. Nazım Alpman'ın kitapları var. İlk defa denenmiş bir konu değil. İçtenlik ve samimiyet, nereden baktığın ve neyi anlattığın çok önemli. O duyguyu yakalayamadığınızda o hikayeyi anlatamıyorsunuz. Bizim fotoğraflarımıza bakanlar, zamansızlık ve mekansızlığı görüyorlar. 'Burası İzmir'i, neresi?' diye soruyorlar. En çok sorulan soru ise 'hangi ülke?' Meksika, Küba ya da İspanya'ya benzetenler çok oldu. Ege Mahallesi çok ilginç bir yer. Dünyadaki bütün Romanların sentezi gibi. Oraya gittiğinizde başka bir yerde hissediyorsunuz kendinizi. Mahalle bütün yönüyle yaşıyor.
Zonguldak için de aynı duyguyu hissetiniz mi?
Romanlar ve madenciler birbirlerinden çok farklı olmakla beraber birbirleriyle çok paraleller. Benim şansım, Zonguldak'ta yaşayan bir insan olmamdı. Evimin karşısında kömür ocakları vardı. Madencilerle beraber büyüdüm. Burada ambulans sesi duyduğumda farklı algılarım ama orada duyduğumda anlarım ki, bir ocakta göçük olmuştur. Büyük işçi grevlerine, maden ocaklarındaki göçüklere tanık oldum. Belgeledim. İşçilerden biriymiş gibi bakarak çektim. Çünkü, sıcak ve samimi olan da buydu.
Ege Mahallesi'nde de, ona yakın duyguları hissettirmeye çalıştım. İçeriden bir göz olarak bakarak çektim. Zonguldak'taki çalışma koşullarımız farklıydı. Filmli çalışıyorduk, filmi idareli kullanmak zorundaydık. Bazen tek kare çekmek zorunda kalıyordunuz ve en doğru kareyi çekmek zorundaydınız. Romanlarla çalışırken dijital teknolojinin getirdiği avantajlar vardı. Ama filmle çekmeniz ile dijital ile çekmeniz arasında fotoğraf açısından bir değişiklik yok. Çünkü aynı şeyi görüyorsunuz. İkisinde de vizörden bakıyorsunuz. O vizörden baktığınızda gördüğünüz öyküyü, filme ya da hafıza kartına zapt ediyorsunuz.
Herkes herşeyi çekiyor, ama...
Dijitalin olumsuz bir etkisi olmadı mı fotoğraf sanatına?
Herkes fotoğraf çekmeye ve her şeyi çekmeye başladı. Bu sefer de ortaya fotoğraf çıkmamaya başladı. Herkesin elinde milyarlık makineler var, teknoloji son derece ilerledi. Ama başkasının çektiğini taklit ediyor. Ortaya yeni bir şey çıkmıyor. Günübirlik tüketim peşinde insanlar. Devir şov devri. Bir televizyon kanalı tanıtımında 'hayat bir şovdur' diyor. Herkes o şovun peşinde. Eskiden daha iyi fotoğraflara tanık oluyorduk. Herkes iyi bir şey üretmenin peşindeydi, şimdi ise tüketmenin peşinde...
Evet, şu anda dışarıda belgelenmesi gereken bir durum var.
Belgeselin en güzel tarafı bu. Hayat o kadar hızlı akıyor ki. Az önce biz buraya gelirken, Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde yürüyorduk. Ama röportaj bittikten sonra bu kafeden çıktığımızda yürüyemeyeceğiz. Çünkü Alsancak'ı su bastı ve muhtemelen kafeden çıkamayacağız. İşte belgesel fotoğraf burada devreye giriyor. Çektiğiniz zaman, Alsancak'a su bastığı tarihe geçmiştir artık ama bunu çekmezseniz tarihte nereden bileceksiniz, Alsançak'ı 10 Kasım günü su bastı. Belgesel fotoğrafın en güzel yanı bu; belgeciliği.
Hayatları roman gibi
Ben yeniden sergiye dönmek istiyorum. Serginin adı Mortakya Roman Kahramanları… Neden?
Bunların hepsinin bir göndermesi var. Semtin adı Kahramanlar. İzmir'in kurtuluşuna kadar iniyor bu isim. Roman kelimesini ise iki anlamda kullandık. Kahramanlar'da yaşayan halkın adı bu. Bir de edebiyat türü. Onlar hem bir roman kahramanları, hem de Kahraman semtinde yaşıyorlar. Hayatları bir Roman gibi. Mortakya da oranın en eski ismi.
Son sorum; Ege Mahallesi'ndeki çalışma bitti mi? Yeni çalışma alanı ne oldu?
Ege Mahallesi'ndeki işimiz bitecek gibi gözükmüyor. Konu devam ediyor. Roman müzisyenlerini çekeceğiz. Çekimler sırasında çok fazla Roman müzisyenle karşılaştık. Onları belgeleyeceğiz.
A. CAN DEMİR - YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
ANF/İZMİR
Birol ÜZMEZ Biyografisi İçin TIKLA
Uzun yıllar Zonguldak'ta madenci işçilerinin yaşamlarını "içeriden bir gözle" belgeleyen fotoğraf sanatçısı Birol Üzmez, bu kez İzmir Ege Mahallesi'ndeki Romanlarla 5 ay gibi uzun bir zaman geçirdi. Çalışmanın sonunda, izleyenlere, zamansızlık ve mekansızlık duygusuyla birlikte "bu fotoğraflar yaşıyor" dedirten 'Mortakya-Kahraman Romanlar' fotoğrafları çıktı.
İzmir Fotoğraf Sanatçıları Derneği ve Simurgfotos üyesi Birol Üzmez, bize 'Kahraman Romanları', dayanışma ruhuyla birlikte yaşayan mahalle kültürünü, çalışmanın ardından kalan dostluk ve arkadaşlıkları anlattı. Üzmez ile temel aldığı 'magnum' ve belgesel fotoğrafçılığını, dijital fotoğraf makinelerinin fotoğraf sanatına etkilerini de konuştuk. Fotoğrafçılığa başladığı andan itibaren belgesel çeken Üzmez, "Fotoğraf çekerken insanların yaşamlarına müdahale etmem. Neyse onu çekerim. Fotoğrafı çektikten sonra bir şey ekleyip çıkarmam, boyamam. Neyi çekmişsem odur"..... diyor.
'Mortakya- Kahraman Romanlar' sergisi nasıl oluştu?
Ege Mahallesi'nde Mayıs ayında Hıdrellez Şenlikleri kutlamaları yapılıyor. Geçtiğimiz Mayıs ayında eşim ile birlikte Ege Mahallesi'ndeki Romanların yaşamlarını belgelemeye karar verdik. Bu mahalle, aslında, uzun zamandır fotoğraflamayı düşündüğüm bir yerdi. Çünkü hem mekan hem de yaşam olarak buranın bir an önce belgelenmesi gerektiğine inanıyordum. Ege Mahallesi, 'kentsel dönüşüm' projesi kapsamında. Önümüzdeki günlerde çok hızlı bir değişim geçireceği için çekmeye karar verdik.
Bildiğim kadarıyla uzun bir çalışma oldu. Çalışmaları nasıl yaptınız?
Mayıs ayından altı ay kadar önce mahallede, Ege Roman Dayanışma Derneği kuruldu. Derneğin kurulması bizim çalışmamızı kolaylaştırdı. Derneğin de yardımı ile oradaki insanlara, ne yapmak istediğimizi anlattık. Dernek ve mahalle halkı bize güvendi ve çalışmalara başladık.
Nereleri çekmeye çalıştınız?
Düğün ve sünnet törenlerini, kına gecelerini belgeledik. Çalışma 5 ay sürdü. 5 ay boyunca hemen hemen her hafta sonunu orada geçirdik. Çekim sırasında çok yakın dostluklar kurduk... Bütün hikaye mahallenin içerisinde geçiyordu.
Dostluk ve insanlık kaldı
5 ay gibi uzun bir süre Ege Mahallesinde kaldınız? Bu çalışma ve Romanlar size ne bıraktı? Nasıl bir iz bıraktı?
Dostluk ve insanlık kaldı. Biz, onların yaşamlarına tanık olduk. Ve birbirimize alışmaya başladık, artık tatil günlerinde Alsancak ya da Konak'a gitmek yerine, o mahalleye gitme isteği doğdu içimizde. Çünkü unutmaya yüz tutulan bir mahalle kültürü orada hala geçerdi. İnsanların birbirlerine olan ilişkileri, dayanışmaları ve dostlukları orada hala var. İnsan oraya gittiğinde kendini başka bir dünyada gibi hissediyor. Onların keyifli ve eğlenceli yaşamlarına birebir tanık oluyor, mutlu oluyor.
Eğlence ve keyif duygusunun hakim olduğu bir mahalle ya da kültür mü?
Aslına bakarsanız orada her an her şey olur. Eğlenmeyi çok seviyorlar, günü birlik yaşıyorlar. Sonuna kadar mutlu bir şekilde yaşamak istiyorlar. Müzisyenler var. İyi müzisyenler çıkmış zamanında mahalleden. Faytoncular var mahallenin içinde.
Bu çalışmanın mahalledeki insanlara katkısı ne oldu?
İnsanlar var olduklarını anlamaya başladılar. Fotoğraflarla biraz kabuklarını da kırdılar. İleriye dönük düşüncelerini korkmadan hayata geçirmeye çalışıyorlar. Kendi içlerinde örgütlenmeye başladılar. Dernekler bir araya federasyon çatısı altında bir araya gelecekler.
'Onlar gibi olmak zorundasınız'
Siz daha önce Zonguldak'ta da maden işçilerini çektiniz. Ve fotoğraflarınız bana, içerden bir göz yani madencilerin içinden çekilmiş bir fotoğraf duygusu veriyor. Ege Mahallesi'nde de aynısını görüyoruz. Bu bir avantaj mı getiriyor size?
Öteki türlü, dışarıdan bir gözlemci gibi baktığınızda oradaki hayatı tam olarak yansıtamıyorsunuz. Onlar gibi olmak, onlar gibi bakmak zorundasınız. Yani onların içine girdiğinde kendini nasıl hissedeceksin, nerede duracaksın? Dışarıdan biri gibi baktığında o samimiyeti ve doğallığı yakalayamıyorsun. Tepeden de bakmayacaksınız. Onların hayatlarına müdahale etmeden, onların yaşamlarının bir parçasıymış gibi çekeceksiniz. Biz onların yaşamlarına müdahale etmiyoruz. Onlar da biz yanlarında yokmuşuz gibi davranıyorlar. Nasıl yaşıyorlarsa öyle oluyorlar. Zaten ortada doğal olmayan bir durumu hissettiğimizde çekimi erteliyoruz.
Konulu bir çekim yaptınız… Bunun ön fizilibilitesi nasıl oldu?
Eşim Tülin ile beraber bu çalışmayı yürüttük. Fotoğrafta kendimize yakın bulduğumuz bazı isimler var. Örneğin Ara Güler. Dünyada takip ettiğimiz ve Magnum ekolü dediğimiz bir ekol var. Magnum fotoğraftaki gerçekçiliktir. Romanlar üzerine çalışan dünyadaki en önemli fotoğrafçı Jozsef Koudelka'dır. Koudelka Çek bir fotoğrafçıdır. Çalışmadan önce, onun fotoğraflarını inceledim. Bana öncü oldu. Filmleri seyrettik. Tony Gatlif'in filmleri ve müzikleri bize hep örnek oldu. Bizden önce de sonuçta Romanlar başkaları tarafından çekilmişti. Sen de aynı konuya giriyorsun.
Bu durumda tekrara düşme tehlikesi var.
Evet. Ayrıca yapamama riski de var. 'Ben ne yapacağım' diye çok düşündüm. Timurtaş Önen var. İstanbul'daki Romanları çekmiş. Nazım Alpman'ın kitapları var. İlk defa denenmiş bir konu değil. İçtenlik ve samimiyet, nereden baktığın ve neyi anlattığın çok önemli. O duyguyu yakalayamadığınızda o hikayeyi anlatamıyorsunuz. Bizim fotoğraflarımıza bakanlar, zamansızlık ve mekansızlığı görüyorlar. 'Burası İzmir'i, neresi?' diye soruyorlar. En çok sorulan soru ise 'hangi ülke?' Meksika, Küba ya da İspanya'ya benzetenler çok oldu. Ege Mahallesi çok ilginç bir yer. Dünyadaki bütün Romanların sentezi gibi. Oraya gittiğinizde başka bir yerde hissediyorsunuz kendinizi. Mahalle bütün yönüyle yaşıyor.
Zonguldak için de aynı duyguyu hissetiniz mi?
Romanlar ve madenciler birbirlerinden çok farklı olmakla beraber birbirleriyle çok paraleller. Benim şansım, Zonguldak'ta yaşayan bir insan olmamdı. Evimin karşısında kömür ocakları vardı. Madencilerle beraber büyüdüm. Burada ambulans sesi duyduğumda farklı algılarım ama orada duyduğumda anlarım ki, bir ocakta göçük olmuştur. Büyük işçi grevlerine, maden ocaklarındaki göçüklere tanık oldum. Belgeledim. İşçilerden biriymiş gibi bakarak çektim. Çünkü, sıcak ve samimi olan da buydu.
Ege Mahallesi'nde de, ona yakın duyguları hissettirmeye çalıştım. İçeriden bir göz olarak bakarak çektim. Zonguldak'taki çalışma koşullarımız farklıydı. Filmli çalışıyorduk, filmi idareli kullanmak zorundaydık. Bazen tek kare çekmek zorunda kalıyordunuz ve en doğru kareyi çekmek zorundaydınız. Romanlarla çalışırken dijital teknolojinin getirdiği avantajlar vardı. Ama filmle çekmeniz ile dijital ile çekmeniz arasında fotoğraf açısından bir değişiklik yok. Çünkü aynı şeyi görüyorsunuz. İkisinde de vizörden bakıyorsunuz. O vizörden baktığınızda gördüğünüz öyküyü, filme ya da hafıza kartına zapt ediyorsunuz.
Herkes herşeyi çekiyor, ama...
Dijitalin olumsuz bir etkisi olmadı mı fotoğraf sanatına?
Herkes fotoğraf çekmeye ve her şeyi çekmeye başladı. Bu sefer de ortaya fotoğraf çıkmamaya başladı. Herkesin elinde milyarlık makineler var, teknoloji son derece ilerledi. Ama başkasının çektiğini taklit ediyor. Ortaya yeni bir şey çıkmıyor. Günübirlik tüketim peşinde insanlar. Devir şov devri. Bir televizyon kanalı tanıtımında 'hayat bir şovdur' diyor. Herkes o şovun peşinde. Eskiden daha iyi fotoğraflara tanık oluyorduk. Herkes iyi bir şey üretmenin peşindeydi, şimdi ise tüketmenin peşinde...
Evet, şu anda dışarıda belgelenmesi gereken bir durum var.
Belgeselin en güzel tarafı bu. Hayat o kadar hızlı akıyor ki. Az önce biz buraya gelirken, Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde yürüyorduk. Ama röportaj bittikten sonra bu kafeden çıktığımızda yürüyemeyeceğiz. Çünkü Alsancak'ı su bastı ve muhtemelen kafeden çıkamayacağız. İşte belgesel fotoğraf burada devreye giriyor. Çektiğiniz zaman, Alsancak'a su bastığı tarihe geçmiştir artık ama bunu çekmezseniz tarihte nereden bileceksiniz, Alsançak'ı 10 Kasım günü su bastı. Belgesel fotoğrafın en güzel yanı bu; belgeciliği.
Hayatları roman gibi
Ben yeniden sergiye dönmek istiyorum. Serginin adı Mortakya Roman Kahramanları… Neden?
Bunların hepsinin bir göndermesi var. Semtin adı Kahramanlar. İzmir'in kurtuluşuna kadar iniyor bu isim. Roman kelimesini ise iki anlamda kullandık. Kahramanlar'da yaşayan halkın adı bu. Bir de edebiyat türü. Onlar hem bir roman kahramanları, hem de Kahraman semtinde yaşıyorlar. Hayatları bir Roman gibi. Mortakya da oranın en eski ismi.
Son sorum; Ege Mahallesi'ndeki çalışma bitti mi? Yeni çalışma alanı ne oldu?
Ege Mahallesi'ndeki işimiz bitecek gibi gözükmüyor. Konu devam ediyor. Roman müzisyenlerini çekeceğiz. Çekimler sırasında çok fazla Roman müzisyenle karşılaştık. Onları belgeleyeceğiz.
A. CAN DEMİR - YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
ANF/İZMİR
Comment Form under post in blogger/blogspot